BİRİ ROMAN İZLEMEK NE DEMEK DİYE SORSAYDI PİANO PİANO BACAKSIZ FİLMİNİ İZLEMEK DERDİM ONA
Film Kemal
Demirel’in Evimizin İnsanları adlı kitabından yola çıkarak beyaz perdeye
uyarlanmıştır. Döneminde birçok ödül almış olup 65. Akademi ödülleri en iyi film
dalında Türkiye’nin Oscar aday adayı seçilmiş fakat aday olamamıştır. Tunç
Başaran'ın yönettiği Piano Piano Bacaksız'ın senaryo yazımına Kemal Demirel de
katılmış ve ortaya bir çocuğun gözünden dönemin sosyo-ekonomik yapısına
tanıklık ettiğimiz aynı zamanda bir konakta geçen sıcak samimi ilişkilere de
şahitlik ettiğimiz bir film ortaya çıkmıştır. Bu arada Piano piano İtalyanca yavaş
yavaş demektir. Filmin anlatıcısı olan küçük Kemal (Emin Sivas) ne
zaman acele ile konakta koşmaya başlasa aynı konakta yaşayan Kerim dayısı
(Rutkay Aziz) ona yavaşlaması için piano piano bacaksız diye seslenmektedir.
1940’lı
yılların İstanbul’u, ikinci dünya savaşının başları, Kasımpaşa’da eski yıkık
dökük bir konak; film bir çocuğun gözünden konağı paylaşan insanların birlikte
hayata tutunma mücadelesini ve dönemin sosyo-ekonomik yapısını gözler önüne
seriyor. Filmin anlatıcısı minik Kemal’in iç sesinin Müşfik Kenter olması da izleyiciler
için ayrı bir sürpriz. Zaten filmi ilk defa izliyorsanız her karede beliren
oyuncuları gördükçe aaa o da mı oynamış aaa bu da mı varmış şeklinde tepki vermeniz
olası. Film, bugünlerde izleyen birisi için adeta yıldızlar karması. Filmde kimler
yok ki Rutkay Aziz,
Emin Sivas, Suna Selen,
Taner Barlas, Meriç Başaran, Serap Aksoy,
Yaman Okay,
Meral Çetinkaya, Ayşegül Ünsal, Menderes
Samancılar ve Özcan Özgür.
Konaktaki
insanların ortak noktası fakirlik ama öyle böyle bir fakirlik değil. Filmin anlatıcısı
minik Kemal’i ayakkabısız gördükçe bir yandan içiniz parçalanırken bir yandan
da çaldıkları, kazandıkları her şeyi paylaşan konak sakinlerini izlerken içiniz
ısınıyor. Sahneler arasındaki ani geçişlerde bu kadın hangi ara kendini kuyuya
atmaya çalıştı diyorsunuz. Korkmayın korkmayın kadın çok tontiş olduğu için
kuyuyu tıkıyor ve aşağı düşemiyor bile. Ölmek istemesinin nedeni ise yine
fakirlik ve kimseye yük olmama isteği. Konaktaki insanların ortak özelliği
paylaşmayı bilmeleri, çabalayan, didinen her durumda mutlu olmayı bilen bireyler
olmaları.
Biraz
da konak sakinlerinden bahsedelim. Genellikle geçimlerini hırsızlık yaparak
sürdüren bu insanlar bildiğiniz hırsızlardan değiller. Sadece karın tokluğu
için çalıyorlar. Bir sahnede hırsızlar diye bağıran kişiye konaktakilerin ‘’çaldığımıza
göre çalacak duruma gelmişiz’’ demesi de manidar. Kemal arkadaşına bir sahnede ‘’bizimkiler
aç kalınca kavga bile etmiyorlar’’ diyor. Konaktaki Kerim dayıya (Rutkay Aziz) küçük Kemal hayran konağın en
akıllısı da o. Kerim karakterini izlerken sahte para yapımı hakkında hatırı
sayılı bilgiler de edinmiş oluyoruz ayrıcaJ
Filmde Menderes Samancılar’ın annesi ile olan nahif hikâyesi, Kemal’in hayırsız
babasının her şeye rağmen kendince onu koruyan öğütler vermesi, Serap Aksoy’un duru
güzelliği ve daha birçok şey var. Filmi
izlerken bir romanı izliyormuş gibi hissediyorsunuz. Evet, roman izlemek böyle bir
tabir yoksa da ben uydurdum.
Filmde en çok dikkat çeken hikâye ise Senai (Taner Barlas)
ile Feriha’nın (Ayşegül Ünsal) birbirlerine duydukları kıskanılası aşk. Senai
Berlin’de felsefe okurken okulunu yarım bırakıp Türkiye’ye dönmüş bir karakter.
Arada Senai üzerinden Hitler eleştirisi de yapılıyor. Zaten Feriha konaktaki
kadınlara ‘’ayol kimin kocası Berlin’de felsefe okumuş’’ diye arada havasını da
atıyor. Onca yoksulluğun içinde böyle bir aşkı kıskanmamak mümkün değil. Senai
ne zengin bir adam ne de yakışıklı hatta oldukça çelimsiz bile denilebilir.
Konaktaki en güzel kadın Feriha mı belki de değil ancak onu bu kadar
kıskanılası yapan bir adam tarafından bu kadar çok sevilmek. Bu yüzden
konaktaki bütün kadınlar, Feriha, kocası hakkında konuşurken ağzı açık dinliyorlar.
Zaten yeryüzünde hiçbir bakım sevilen bir kadının gözlerindeki ışıltıyı
veremez. İşte Feriha’yı güzel daha da güzel yapan da bu aşkın verdiği parıltı.
Aşağıya günümüz aşklarına örnek olur umudu ile filmden Feriha ve Senai ile
ilgili bir bölüm bırakıyorum.
Eve
kapanmak zorunda olduğumuz bu zor günlerde onca yoksulluğun arasında birlik
olma adına ümit verici bir filmdi. Ola ki izlerseniz şimdiden keyifli seyirler…
Son
olarak Kemal’in dediği gibi “İnsanın yoksulu, hele çocuksa bir de benim gibi;
barıştan yanadır, umuttan yana.”
Not: Bu yazıyı pandemide evden çalıştığım günlerden birinde kaleme aldım. Geleceğe not düşülsün.
Yorumlar
Yorum Gönder